25 Mart 2008 Salı

3 ortalı çizgili hayat

Hepimiz ama hepimiz suçluyuz. İnanılmaz güzel paylaşımlar ve yaratıcılıklar sergilediğimiz kendimize ait çok güzel bir sitemiz var. Düzenli olarak ihmal ediyoruz burayı. Ayı olduğumuzdan ötürü geliyor bence. Doğamızda var. Sürekli kendime ve size karşı sitemkar tavırlar sergilemek de sıktı artık. Çeki düzen verin kendinize. Neyse işte bu yazıya biraz asabi başladık ama toparlarız yavaş yavaş. Eğitim-öğretim hayatımıza ilk adım attığımız ve okuma yazma öğrendiğimiz ilkokul yıllarına doğru götürmek istiyorum sizleri. Hele her şeyin başladığı o ilk gün, o ilk heyecan asla unutulmaz. Ben ilkokulda tam bir ana kuzusuydum. Annemden kesinlikle ayrılamazdım. Annem ilkokul öğretmeni olduğu için onunla birlikte hep aynı okullarda başka sınıflarda okudum. Öğretmen çocuğuydum anlayacağınız. Günümüz ortamında üst mevkide tanıdıkları olmak gibi bir şeydi bu. Okulda belli bir ağırlığım vardı. Kabadayı çocuklar bana bulaşmaya korkardı. Genelde biri bana sataştığı ve tam büyük bir kavga olacakken arkadan bir öğrenci bağırarak onu uyarırdı: “Dur o öğretmen çocuğu”. Hep o çocuk geç kalacak diye korktum yıllarca. Sorumluluklarını bilen bir çocuk olarak asla öğretmen çocuğu olmanın verdiği güçlerimi kötü yönde kullanmadım ve kötü kişilerin eline geçmesine imkan vermedim. Güçsüzün yanında oldum. Zenginden alıp fakire verdim. Zor duruma düşüldüğünde ve beni çağırmaları gerektiğinde okulun damından gökyüzüne şu yandaki resmi yansıtırlar ve ben hemen imdada yetişirdim. Şu tarz replikler bolca olurdu: “Gökyüzündeki şu şey ne? Bi kuş, hayır bi uçak, hayır hayır o öğretmen çocuğu.” Ant içmeye bolca çıktım ilkokul yılları boyunca. Her bayram merasiminde bir etkinlikte rol aldım. Nasreddin hoca bile oldum bir 23 nisan günü. Hakkını verdim o ayrı konu. “Bilenler bilmeyenlere anlatsın” diye bağırdığımda kalabalık üzerinde baskı hissetti acaba biliyor muyuz anlatsak mı diye. Bu etki kolay yaratılacak bir şey değildir. Genel olarak bir öğretmenin oğlu olarak hep farklı bir baskı hissettim üzerinde. Öğretmen çocuğu olarak normal öğrencilerden farklı ilkokul yılları geçirdiğim çok açık gerçi ama böyle bir başlık açarak hep beraber güzel şeyler paylaşabileceğimizi düşündüm.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Sitemkar olduk hepimiz, olalım...

Öğretmen çocuğu arkadaşlarım vardı benim de, çok faydasını gördüm. O çocuk bizim okula da geldi herhalde "oluuum, o öğretmen çocuuuuu". Sonra onunla da arkadaş oldum, dedim ki "nasılsa kimse sormuyor, araştırmıyor hangi öğretmenin çocuğu diye, sen bi' olay görürsen gel bağır" dedim, uygun fiyata anlaştık, sağ olsun, hiç aksatmadı görevini.

Ticarete de böyle atıldım sanırım. Okula ip, top, oyun kağıdı, etiket vb. ne varsa götürürdüm. Ben ip atlarken diğerlerini arkadaşarıma kiralardım. O zaman çokoprens vardı, kağıdını eline yüzüne sürünce parlardın. Ivır zıvır kiralayarak çok çokoprens yedim. Üstelik çok da parlak bir grup olurduk benim sayemde.

Sonra, dedem Konya şekeri getirirdi bize. Benim de sevmediğim çok az şekerden biridir bu. Evde torba torba var, okula götürüp satmaya başladım. Kiralama şrketinden satış şirketine böyle geçtim işte. Üstelik çok karlıydı, tek tek satıyordum, ikili alanlara indirim yapıyordum. Çok tutulmuştu okulda. Neden ona para verdiklerini anlamadım hiç; ama "banane" dedim, aldığım paraya bakarım ben...

Böyle devam etti yıllarca, ortaokul sıralarında işi profesyonelliğe döküp para ve biskrem ( o zaman yeni çıkmıştı) karşılığı bilgi sattım arkadaşlara. Bildiğiniz kopya yani. En karlısı buydu, hiç pazarlama yok, şikayet yok. Müşteri hep memnun, üstelik minnettar...

Sonra ticaret olayları bozdu beni, baktım ki aştım ticaret sınırını bıraktım bu işleri.

Sınıf başkanı olunca çirkin teklifler geldi, beni tahtaya yazma şu kadar vereyim, bi' çarpıyı sil şunu-bunu alalım falan. Oysa ticaret insanıydım ben, rüşvetle işim olmazdı, her şey de satılık değildi ya!

En son bir arkadaş, beğendiği kızla onu tanıştırdım diye 10-15 tane nestle alıp gelmişti, o zaman çok modaydı nestleden kalp yapmak, kıza yapmak için almış, bana da almış.
Çok kızdım, yemedim o çikolatadan, reddettiğim ilk çikolataydı, dağıttım sınıfa, bıraktım bu işleri...

Bana göre değildi bu yozlaşmış dünya, çok erken öğrendim çıkar için işleyen o çarkları...
Birine bir şey verdiğimde, "eee ne veriyoruz bunun karşılığında" diyen bakışlardan kurtulmam çok zaman aldı.
O gün bugün karşılıklılık ilişkilerinden uzak durdum. Öğretmen çocuğu baskısı gibi bir şey bu, satış sorumlusu baskısı...
Paranın alamayacağı şeyler de var canım, aaaaa!!!!

NMA dedi ki...

+ Haydi NMA-yı, bu Pazar erkenden yatmalısın. Yarın okul başlıyor. Heyecanlı değil misin yoksa?

- Yoo... Neden? Heyecanlı olmalı mıyım? Komik siyah kumaşı üstüme giyip boynumun etrafına hanidir takmadığım mama bezlerinden çevireceğim bir şey mi beni heyecanlandıracak?

+ Ama sen yine de erken yat. Hem bak sana okul ile ilgili bir şarkı söyleyeceğim...

- Biliyorum, biliyorum... Gerekmez... Unutmayın ki yıllardır kutup kreşine gönderildim ben. Sağlık ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Knut Esirgeme Kurumu kreşine gittim. Orada da öğretmişlerdi. "Şimdi okullu olduk... Sınıfları doldurduk..." Bir de bu eksikti işte... Her şeyi oldum ya! Bir de okullu olalım bakalım...

+ Aman be çocuk sen de ne kadar mutsuz ne kadar olumsuz bir nevalesin.

- Onu da biliyorum. Çantamı ve mataramı aldığımda, yarın, daha da mutsuz olacağım. Çünkü artık iglomuzun önünden geçen simitçiyi göremeyeceğim. Zeki öğrenciler sabahçı olarak başlarmış. Ben de sabahçı olarak başlayacağım. Zekiyim demek. Ama yine de simitçiyi göremeyeceğim.

+ Ben sana alırım simit, endişelenme sen.

- Simit önemli değil. Iglomuzun camından simitçiyi izlemeyi özleyeceğim. (Yoksa bu bir bahane mi? Yoksa annemi ve babamı mı özleyeceğim? Yoksa yavaş yavaş çocukluğu geride bırakıyor olmamın farkındalığı mı beni olumsuz ve tedirgin olmaya itiyor okul kavramına karşı?)

+ Sen yine de erkenden yat. Beslenme programına göre...

- Biliyorum, biliyorum. Pazartesi hamur işi, Salı peynir zeytin, Çarşamba yumurta maydonoz, Perşembe köfte patates ve Cuma serbest gün. Anne... Sadece Pazartesi, Perşembe ve belki Cuma'ları seveceğim sanırım okulu.

+ Okulu her gün seveceksin bence. Yeni şeyler öğreneceksin...

- (Yeni şeyler öğrenmek fikri... Ne zaman bitecek ki?)

+ ... Üstelik yeni arkadaşlar...

+ Yeni arkadaşlar mı? İşte bunu hiç düşünmemiştim. Bu fikir güzel gibi. Sırf bu yüzden sevebilirim okulu biliyor musun? Sırf bu yüzden o kumaşları üstüme takıştırabilirim. Sırf bu yüzden haftalık beslenme programına dayanabilirim... (Sırf bu yüzden "heyecanlı" gibi olabilirim...)

Emy (Cicim Ayı) dedi ki...

Kardeşler iş münasebeti nedeniyle uzun bir süre aranızda olamadım herkesten çok ama çok özür diliyorum.

İlkokul yıllarım benim biraz farklıydı kardeşlerim. Ben hiperaktif bir çocuktum, yaramaz, haşarı ve bi o kadar da esprili. Birazda kilo vardı, tombik bir problem çocuk misali gezerdim. Lakabım da ayıydı (A takımı dizisindeki ayı lakaplı zenci adamdan geliyor. Daha o zamanlardan belliymiş ayı olacağımız :) )

Hocamızın kızılcık sopası vardı, beni pek döverdi ama nedeni ole yaramazlık değil, sınıfta espri yapmam. Hatta bir keresinde 5 dersin 5 inden birden atılmıştım sınıftan, rekor kırmıştım.

Bu esprili tavrım ortaokulda da devam etti hatta orta ikide okuldan atıldım, sırf derste espri yapıyorum diye. Neymiş efendim ben espri yapıyormuşum hocalar ders anlatamıyormuş. Ama yeri geldi mi kendileri de gülüyordu. Atıldıktan sonra biraz duruldum. Yeni okulumda barınabildim.

İlkokulla ilgili fazla bir anım yok. Ama beni düşündüren esas konu, neden harbiden 2 ortalı 3 ortalı denmiş defterlere? Neresi orta ki? Ortası olmuyor bir şey olmuyor. Ama bir taraftan da mesela şöyle kelime var ki bana küçüklüğümden beridir “bir nesneye, bir isim harbiden bu kadar mı yakışır ve hakkını verir” diye düşündüren bir kelime, KALEMTIRAŞ. Harbi kim bulmuşsa helal olsun, düşününce gerçektende kalemi tıraş ediyorsunuz gibi ya :)